Çok istediğim bir geziyi nihayet gerçekleştirdim. Gemiyle
Yunan Adaları’nı gezdik. İlk başta gemiyle yolculuk yapma konusunda endişelerim
vardı fakat bu yolculuk sırasında gemiyle yolculuğun ne kadar keyifli olduğunu
keşfettim. Yolculuğumuz Çeşme’de başladı. Çeşme limanından Pazar günü saat
17.00’de hareket ettik. Gemi hareket etmeden hemen önce tatbikat yapıldı.
Gemimizin hareket etmesinden sonra en üst katta, 5 çayı servisi yapıldı. Dans gösterisini
izleyerek çaylarımızı içtik. Gemiyi tanımak için 5 çayından sonra gemide
dolaştık. Toplam 7 kattan oluşuyor. Ne ararsanız bulabileceğiniz, hangi
aktiviteyi isterseniz yapabileceğiniz küçük bir şehir adeta.. Gemide ilk akşam
yemek sonrası harika bir konser verildi. Programın adı: İki Yakanın
Şarkıları’ydı. Mükemmel bir orkestra ve solistler vardı. Ülkemizde
Türkçeleştirilen Yunan şarkıları söylendi. Çok keyifli bir konserdi. Geç vakte
kadar eğlendik. Sabah 8’de Rodos Adası’na inecektik. Bu nedenle 7’de kalkıp
kahvaltımızı yaptık. Geminin çıkış kapıları açılır açılmaz kendimizi Rodos’a
attık. Rehber ve tur kullanmadan kendimiz gezmeyi tercih ettik bu tur boyunca.
Rodos şehri, eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Eski şehirde
tarihi bir atmosferde, surların içerisinde gezerek başladık günümüze. Bu bölümde
turistlere yönelik mağazalar, tarihi binalar ve kale yer alıyor. Her şey
Ortaçağ etkisi altında korunmuş. Sabah erken saat olduğu için dükkanlar yeni
yeni açılıyordu. Tapınak Şövalyelerinin inşa ettiği müze haline getirilmiş
kaleyi gezdik. Çok güzel bir müzeydi. Günümüzden Ortaçağ’a geçtiğimiz bir
yolculuk gibiydi bu atmosferde dolaşmak. Kaleden çıkınca mağazaları dolaştık
biraz ve canımız kahve içmek istedi. Yunanlıların Greek Coffee’sini çok merak
ediyordum doğrusu. Hemen kendimize bir Greek Coffee söyledik(yani Türk
Kahvesi). Kocaman bir fincanda geldi ve köpüğü az olmasına rağmen tadı güzeldi.
Büyük porsiyon olması hoşumuza gitti :)
Kahve molasından sonra Rodos’un eski sokaklarında dolaşmaya
devam ettik. Hatta Türk bir esnaf kadınla tanıştık. Sohbet ettik uzun uzun. Çok
fazla yaşayan Türk varmış adada. Bize gezebileceğimiz yerler hakkında tavsiyede
bulundu. Öğle yemeğinden sonra Lindos’a gitmeye karar verdik. Otobüs
yolculuğuyla gidecektik. Otobüs saatini beklerken yeni şehirde dolaştık. Eski
şehirden tamamen farklı, büyük markaların olduğu mağazalar, sayısız mağaza,
cafe, restaurant, şirket, hastaneler bulunan koca bir mahalle. Özelikle sadece
şemsiye satan mağazalar çok ilginç geldi. Bu şekilde 5-6 mağaza gördüm en
azından. Renk renk, biçim biçim, boy boy şemsiyeler..
Maalesef Lindos yolunun 1,5 saat sürdüğünü bilmiyorduk. Yine de çok hoş bir yolculuk oldu. Rodos bitki örtüsü, mimarisi ve yaşam biçimleri hakkında oldukça fikir edindim. Lindos çok hoş bir yer. Manzarası harika. Denizi de çok güzelmiş fakat bizim zamanımız olmadığı için giremedik. Daracık sokaklarında dolaştık. Manzaranın keyfine vardık.
Tekrar 1,5 saat süren yolculuğumuzdan sonra merkeze vardık.
Gün batımı eşliğinde yel değirmenlerini gezdik. Sahilde dolaştık. Zamanımız
kalmadığı için Kelebekler Vadisi’ne gidemedik ne yazık ki (bir dahaki sefere
artık)..
Akşam 8’de gemimiz tekrar hareket etti. Yemek sonrası
terasta manzara eşliğinde kahve içerek geçirdik geceyi.
Salı günü Mykonos Adası’na indik. Kahvaltı sonrası gemiden
ayrıldık. Gemimizin bizi bıraktığı yer şehir merkezine mesafeli olduğu için
merkeze yürüyerek gittik. Sabah erken olduğu için cafeler, mağazalar kimisi
açılmamış, kimisi yeni açılıyordu. Mykonos’un en güzel yeri sokakları. Labirent
şeklinde bembeyaz evlerin çevresinden dolaşan daracık sokaklar. Duyduğuma göre
bu sokaklarda kaybolmak meşhurmuş. Biz neyse ki kaybolmadan tamamlayabildik :)
Venedik’e benzetilen bir sokağı var. Dışarıdan denizin
evlerin-cafelerin duvarlarına vurduğu bir yer. Küçük Venedik deniyor buraya.
Gün batımını buradan seyretmek çok popülermiş. Yel değirmenleri yine bu adada
da göze çarpıyor. Birkaç tur attık daracık sokaklarda, her girişte farklı bir
sokakta buluyorsunuz kendinizi. İlginç bir mimari..İşte şu yerli kadınlar
sohbet ediyorlardı, pek hoşuma gitti. Ne konuşuyorlar çok merak ettim doğrusu…
Bir ara labirentlerden biri bizi Adanın en yüksek yerlerine çıkardı. Her bir adımda manzara değişiyor. Evlerin arasından çıkıp kuş bakışı bir manzaraya ulaştık. Buradan adayı tepeden izleme fırsatımız oldu.
Öğle saatlerinde meşhur plaj Super Paradice’a gitmeye karar
verdik. Atladık bir dolmuşa, 15-20 dak. Mesafedeki plaja gittik. Adanın
merkezinden ayrılınca çok çorak bir mimari var. Dağlık ve kayalık bir manzara
hakim..
Super Paradice büyük bir plaj. Kumu çok güzel. Alışveriş
yapmak için bir dükkanı ve restaurantı var. Ben su çok soğuk olduğu için denize
girmedim. Güneşlendim ve kitap okudum.
Plaj dönüşü Mykonos’ta çok tavsiye edilen bir restaurant
olan Niko’nun Yeri’ne gittik. Deniz ürünlerini seçtik. Bu kadar tavsiye
edilmesine rağmen yemeklerini hiç beğenmedik. Üstelik müzik olmaması ayrı bir
negatiflik yarattı. Mykonos’taki restaurantlarda hiç müzik çalmıyor. İsimleri
taverna olmasına rağmen, bizim beklediğimiz bir taverna eğlencesi, bir sirtaki
gösterisi, o da olmadı Yunan müzikleri çalan bir yer göremedik :(
Zorba adlı bir mekan keşfettik. Sahibi fotoğrafta gördüğünüz kişi. İsmi Zorba'ymış. Çok beğendiğim bir kitap olan Zorba'yı okuyup okumadığını sordum. Malesef okumamış...(Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Yunanlılar bu meşhur kitabı bilmiyor)
Yemek sonrası, balayını orada geçiren arkadaşlarımızla
buluştuk. Onlarla tekrar sokaklarda dolaştık, kahve içtik, geç saate kadar
zaman geçirdik.
Gezdiğim sokaklardan ilginç yerler: Şu çikolata dükkanına
bayıldım. Badem ezmesi meşhur sanırım burada. Badem ezmesini rengarenk
şekillerde, çeşitli tatlarda sunuyorlar. Harika bir fikir olduğunu düşündüm.
Edirne’nin meşhur badem ezmesi ne kadar sıradan geldi düşününce..
Restaurantlar, cafeler, mağazalar, hepsi de rengarenk. Cıvıl
cıvıl, şık, yaratıcı, temiz..
Yine tanıştığım bir mağaza sahibi, kendisi
Yunan(Mykonos’lu). Çok tatlı bir insan. Kışın adada mağazaların kapalı
olduğunu, kışı evde dizi izleyerek ve örgü örerek geçirdiğini söyledi. Biz
mağazaya girdiğimizde internette Karadayı dizisini izliyordu.(Türkçe
bilmemesine rağmen). Müzikleri hoşuna gidiyormuş :)
Gemimize gece 1’de ulaştık. O kadar yorgundum ki, nasıl
uyuduğumu bile hatırlamıyorum.
Ertesi sabah geç kahvaltı vardı. Santorini Adası’na saat
1’de inecektik. Geç kahvaltımızı yaptık. Terasta kahvelerimizi içerken, gemi
orkestramız harika bir konsere başladı. Çoğu yolcu henüz kalkmadığı için bu
harika konseri kaçırdı. Ama gezinin en keyifli dakikaları arasındaydı.
Mavilikler arasında bir yolculuk ve kaliteli müzik. Benim tatil anlayışım bu
sanırım :)
Gemimiz Santorini Adası’na yanaşmadığı için aktarma
teknelerle geçtik adaya. Uzaktan bir dağın üzerinde bir yerleşim yeri
görünüyor. Santorini ve çevresindeki minik adalar volkanik bir patlama sonucu
oluşmuş. Bu adalara yerleşim nasıl kurulmuş çok merak ettim. O kadar dik ki, o
kadar inşaat, malzeme nasıl taşınmış eski dönemlerde acaba?
Adanın yerleşim yerine ulaşmak için ya eşekleri ya da
teleferiği tercih etmek gerekiyor. Biz elbette teleferiği tercih ettik.
Hayvanların bu şekilde sömürülmeleri hiç hoş değil!
Teleferik yolculuğu çok hızlı ve güzeldi. (Biraz ürkmedim de
değil doğrusu).
Merkeze çıktığımızda çok güzel bir manzara karşıladı bizi.
Büyülendik resmen.
Başladık yürümeye merkezin manzaralı dar yollarından…
Sonra geri dönüp çarşı içini gezdik..
Yemek yedikten sonra Oia Köyü’ne gitmek üzere otobüse
bindik. Otobüsümüz çok hoştu. Hepsi turistlerden oluşuyordu. Ve bir dünya
karmasıydı sanki. Zenci, Beyaz, Alman, Çinli, Türk, İsviçreli,
Hindistanlı…
Hepimiz bir bütünün parçasıyız aslında, bunu düşündüm
yolculuk boyunca..
Santorini evlilik adasıymış, romantik manzaralara sahip
olduğundan çiftler burada evlenmeyi tercih ediyorlarmış. Bu nedenle pek çok
gelin ve damat gördüm gezdiğim yerlerde..
Oia Köyü çok şirin bir yer. Merkezin uzağında yer alıyor ama
manzarası bir başka güzel.
Sokakları, mağazaları çok şirin. Bakın şu kitapçıya, çok
ilgimi çekti doğrusu..
Burası Kale denen yer. Evlenen çiftler buraya gelip bu
kilitleri takıyorlar. Aşklarını ölümsüzleştirmek için sanırım(bu yorum bana
ait, gerçek anlamını bilmiyorum)..
Sokaklar, evler, işte bir kilise.. Kiliselerin tepeleri mavi
renk, bu nedenle ayırt edilebiliyor.
Burada yine bir kahve molası verdik. Biz sevdik bu Yunan Kahvesi’ni.
Ülkemizdeki gibi koyu değil. Açık kahve ama tadını beğendik..
Oia Köyü’ne doyduktan sonra gün batımını seyretmek için
merkeze döndük. Adanın arka bölümünde yer alan volkanik patlamalar sonucu
kumları siyah ve kırmızı renk olan plajları gezemedik maalesef. Yine zamanımız
yetmedi. Gün batımı Santorini’de yaşanması gereken saatler. Bu nedenle
günbatımı için klasik müzik çalan bir cafeyi tercih ettik. Franco Bar’s bizim
için çok doğru bir tercih oldu. Şarap eşliğinde gün batımını seyretmek harikaydı.
Hava yavaş yavaş karardı ve Santorini bambaşka bir havaya
büründü. Işıklar yandı. Bir mücevher gibi parladı birden şehir..
Adaya veda etme zamanı gelmişti. Değişik bir deneyim için
merkezden aşağıya inişte bu sefer eşeklerin kullandığı yolu tercih ettik. Bu
yolun yukarıdan görünüşü şöyle. Gün içinde pek çok insan çıkarken ya da inerken
bu yolu yürüyerek kullanıyor. Biz de aşağıya bu yoldan indik. Yolda ara ara
üstümüze gelen eşeklerle karşılaştık. Pisliklere basmamak için ve kayıp
düşmemek için ayrı bir mücadele verdik. Değişik ve güzel bir deneyimdi bu da..(Yolun ve eşeklerin gündüz görünüşünü fotografladım)
Gemimize dönük. Gemide her akşam ayrı bir program oluyor.
Ama o kadar yorgundum ki hemen odaya girip uyudum.
Ve Tatilimiz sona erdi. Perşembe sabahı Çeşme’ye indik.
Kahvaltı sonrası gemiden ayrıldık. Gözümüz arkada kaldı, ayaklarımız geri geri
gitti. Ama her şey çok güzeldi. Sevdik biz Yunanistan’ı..Yeni yolculuklar bizi
çok beklemez umarım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder